19.7.09

Balıkçı ve Karbeyaz

Mehtap bir ayrıdır onun için. Dalar dalar çıkar; bazen denize , bazen o sonu gelmeyen hayal
dünyasına. Komşuları vardır onun, bir güzel köpeği, bahçesinde meyve ağaçları, iki göz odalı evi.
Ha unutmadan söyleyeyim ufak bir de sandalı. Çok parası yoktur. Ne de bir arabası. Bir sevgilisi de
yoktur. Ne babası ne annesi sağdır. Kimseye borcu da yoktur, Allah'a bir can borcu. Arayan soranı
yoktur, ne de bir arkadaşı. Tek dostu oltası, sandalı, mehtabı seyrettiği sandalyesi. Her gün balığa
çıkar. Bazen de dalmaya gider.
Dalmaya gitti günlerden bir gün yine. Deniz kabukları toplardı genelde derinlerden. Bir istiridye
buldu o gün. İçini ancak kumsalda açacaktı. Gördüğü şey gözlerini kamaştırdı. Bu ne iri, ne temiz ,
ne de güzel bir şeydi. Bembeyaz bir inci. Beyaz şeyleri nitelemekte kullanılan nesne yani. Bir
pamuk gibi beyaz vardır bir de inci gibi. Görür görmez kapattı istiridyenin kabuğunu. Etrafına
bakındı önce acaba kimse görmüş müydü. Kimsecikler yoktu. Hemen cebine koydu ve evin yolunu
tuttu. Defalarca yerini değiştirdi, en sonunda gün ışığı bile almayan sandığında saklamaya kara kıldı
onu. Bir sevgilisi vardı artık, gözünden bile sakındığı sevgilisi. Görmeye kıyamadığı güzeller güzeli
sevgilisi. Artık daha çok evde vakit geçiriyordu. Dışarı çıktığı nadirdi. Hayaller kurduğu nadir,
mehtaba ya da denize dalmalar nadirdi. Düzeni sevmiş miydi? Sevgilisini bırakamıyordu.
Korkuyordu. Kıskanıyordu. Aşıktı, korkuyordu. Ona dokunmaya cesaret etmesi bir ayını aldı.
Kimse olanları anlamadı. Neden balıkçı artık ortalarda yoktu. Kimse bilemedi bizimki aşıktı. Çok
aşıktı. Artık kendine dikkat etmez oldu. Fazla da hareket etmiyordu.
Lakin balıkçı halinden memnundu. Ne bir şikayet, ne bir isyan. Bilakis pek mesuttu. Hep bunu
beklemiş ama hiç hayal etmemişti. Belki de edememişti. Şaşkındı. Yaşadıkları hayallerinden çok
daha güzeldi. Korkuyordu. Hiç bitmesin istiyordu.
Karbeyaz mutsuzdu. Yalnızdı. Etrafta gezinen ne bir balık, ne onu okşayan bir yosun. Hep aynı
karanlık, boğucu yer. Ara sıra balıkçının nasırlı elleri. Balıkçıyı seviyordu. Çünkü o onu çok
seviyordu. Ama olmak istediği yer burası değildi. Yaşamak istedikleri de bu değildi. O diğer
arkadaşları gibi zengin kadınların boyunlarında durmayı da istemezdi ama o karanlık sandıkta bunu
bile istediği oldu. Çoğu kez derdini anlatmak istedi. Beceremedi. Balıkçı onu dinlemedi. Hep kendi
bildiğine devam etti. Karbeyaz gün geçtikçe üzüntüden matlaştı. İlk günkü göz kamaştıran halinden
eser yoktu. Balıkçı bunu gördü ama görmezden geldi. O onu seviyordu, bütününü, parlaklığını değil
ki. Karbeyaz eridi, karbeyaz matlaştı, karbeyaz karardı.
Balıkçı onu sevdi. Hep daha çok sevdi. Bilemedi, ne kadar sıkıldığını onun , göremedi. Gözüne hep
ilk günkü gibi geldi. Hep sevdi. Daha çok sevdi. Kendi de yaşlandı ama her geçen saniye daha çok
sevdi. Çok kıskandı. Sakladı onu kimselere göstermedi.
Bir gün balıkçı borcunu ödedi, göçüp gitti. Evini bir garibe verdiler. Bir garip eşyaları karıştırdı.
Sandığı açtı. İçi bezlerle dolu sandığın dibinde kutu buldu. Kutuyu açtı içinde bir istiridye. Onun da
içini açtı. Siyah bir bilye. Toparladı sandığı dışarı gereksizlerin yanına koydu...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder