20.8.09

About the Athletics

At the moment we all following the 12th IAAF World Championships in Athletics Berlin-2009. When I thought about athletics; pentathlon , decathlon and like others are affecting me cause of being real war on athletes. Know that doing always same thing or work on the same branch is easy than others. In contrast decathlon athletes are racing at ten branches in two days.
We should accept that racing with ten branches is harder than running only 100m. Therefore what I am saying is the real athletes are doing these jobs.


PS:
Except Usain Bolt. He is doing impossible things.
Iron Man race is hardest sport. It shows your hardiness.

24.7.09

Bayan Yanı

Bu mutlu bir adamın hikayesi. Bu hikayede okuyucuya aktarılan bir hüzün yok. Bazılarının duygulanmalarını da garanti edemem. Remzi Amca herhangi bir beldenin, kasabanın belki ilçenin ya da bir vilayetin tren garı gişesinde bilet satardı. Bu işi onca yıldır yapardı, ne zaman başladı ben bilemem. Güler yüzü ve sevecenliği insanlara yayılırdı. O gardan insanlar mutlu binerlerdi trenlere. İnenler için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Onca yıldır bu işi yapardı, onun sayesinde pek çok yuva kuruldu. Nasıl mı? Zaten hikayenin yazılma amacı bunu anlatmak sizlere.
Tonton bir amca artık Remzi Amca. Her sabah erken kalkar şükür eder. İşine başlar. İnsanlara iyilik aşılar. Akşam üzeri evine döner. Ailesi ile yemek yer, sohbet eder. Remzi Amca gizli bir halk kahramanıdır. Bildiğiniz üzere trenler de bayan yanı tabiri kullanılmaz. Otobüslerde buna özen gösterilir ama trenlerde bu kontrol yoktur. Bu yüzden Remzi Amca yalnız gelenleri, yalnız bildiklerini aklına yazar. Hangi trene bindi? Hangi vagon, kaç numaralı yere verdiğini aklında tutar. Sadece bu ince detaylar değildir aklında kalan. Bu çiftli koltuğa yer verdiği kişi kaç yaşlarındadır? Giyimi nasıldır? O kısa sürede gözlemleyebildiği kişilik özellikleri. Tüm bunları aklında tutar. Özellikle tek kişilik koltuk istemeyen tüm yalnızlara çiftli koltuklarda yer verir. Daha sonra da karşı cinsten onunla en iyi anlaşacağını düşündüğü kişiyi yanına oturtur. Tren vakti darsa bu tercihler bazen zorlama olur. Lakin genelde memnundur Remzi Amca kararlarından. Hele bir de bu çiftler uzun yola gidiyorlarsa ne ala. Remzi Amca'nın hafızası çok kuvvetlidir. Sanmayın ki unutsun önceden yan yana yer verdiği kişileri hemen. O hikayesini çoktan yazmıştır bile. Neler konuşacaklardı? Belki de çekineceklerdi. Tüm bunları düşünür, kurar. Tren ilerlerken o da düşünür çiftleri nasıl diye.
Remzi Amca'nın favori çiftleri vardır. Ne de güzel oldu der her aklına geldiklerinde. Bir de ayın çiftleri vardır. Çiftler ise bu durumdan habersiz. Eğer Remzi Amca başarmışsa onları bir araya getirmeyi, çiftler ilk tanışmaları akıllarına geldiklerinde ne de hoş bir tesadüf derler. Kader bizi istemişler derler. Zaten Remzi Amca da bilinmek istemez. Utanır yoksa çekinir.
Remzi Amca sağlıklıdır. Uzun yaşar. Çok uzun yaşar. Remzi Amca trenlerde de bayan yanı kavramı gelecek zamana kadar yaşar. O gardan binen yolcular gülümser. Tasaları azalır. Remzi amca çiftlere göz kırpar. Her zaman haber verir onlara mutluluğu...

19.7.09

Balıkçı ve Karbeyaz

Mehtap bir ayrıdır onun için. Dalar dalar çıkar; bazen denize , bazen o sonu gelmeyen hayal
dünyasına. Komşuları vardır onun, bir güzel köpeği, bahçesinde meyve ağaçları, iki göz odalı evi.
Ha unutmadan söyleyeyim ufak bir de sandalı. Çok parası yoktur. Ne de bir arabası. Bir sevgilisi de
yoktur. Ne babası ne annesi sağdır. Kimseye borcu da yoktur, Allah'a bir can borcu. Arayan soranı
yoktur, ne de bir arkadaşı. Tek dostu oltası, sandalı, mehtabı seyrettiği sandalyesi. Her gün balığa
çıkar. Bazen de dalmaya gider.
Dalmaya gitti günlerden bir gün yine. Deniz kabukları toplardı genelde derinlerden. Bir istiridye
buldu o gün. İçini ancak kumsalda açacaktı. Gördüğü şey gözlerini kamaştırdı. Bu ne iri, ne temiz ,
ne de güzel bir şeydi. Bembeyaz bir inci. Beyaz şeyleri nitelemekte kullanılan nesne yani. Bir
pamuk gibi beyaz vardır bir de inci gibi. Görür görmez kapattı istiridyenin kabuğunu. Etrafına
bakındı önce acaba kimse görmüş müydü. Kimsecikler yoktu. Hemen cebine koydu ve evin yolunu
tuttu. Defalarca yerini değiştirdi, en sonunda gün ışığı bile almayan sandığında saklamaya kara kıldı
onu. Bir sevgilisi vardı artık, gözünden bile sakındığı sevgilisi. Görmeye kıyamadığı güzeller güzeli
sevgilisi. Artık daha çok evde vakit geçiriyordu. Dışarı çıktığı nadirdi. Hayaller kurduğu nadir,
mehtaba ya da denize dalmalar nadirdi. Düzeni sevmiş miydi? Sevgilisini bırakamıyordu.
Korkuyordu. Kıskanıyordu. Aşıktı, korkuyordu. Ona dokunmaya cesaret etmesi bir ayını aldı.
Kimse olanları anlamadı. Neden balıkçı artık ortalarda yoktu. Kimse bilemedi bizimki aşıktı. Çok
aşıktı. Artık kendine dikkat etmez oldu. Fazla da hareket etmiyordu.
Lakin balıkçı halinden memnundu. Ne bir şikayet, ne bir isyan. Bilakis pek mesuttu. Hep bunu
beklemiş ama hiç hayal etmemişti. Belki de edememişti. Şaşkındı. Yaşadıkları hayallerinden çok
daha güzeldi. Korkuyordu. Hiç bitmesin istiyordu.
Karbeyaz mutsuzdu. Yalnızdı. Etrafta gezinen ne bir balık, ne onu okşayan bir yosun. Hep aynı
karanlık, boğucu yer. Ara sıra balıkçının nasırlı elleri. Balıkçıyı seviyordu. Çünkü o onu çok
seviyordu. Ama olmak istediği yer burası değildi. Yaşamak istedikleri de bu değildi. O diğer
arkadaşları gibi zengin kadınların boyunlarında durmayı da istemezdi ama o karanlık sandıkta bunu
bile istediği oldu. Çoğu kez derdini anlatmak istedi. Beceremedi. Balıkçı onu dinlemedi. Hep kendi
bildiğine devam etti. Karbeyaz gün geçtikçe üzüntüden matlaştı. İlk günkü göz kamaştıran halinden
eser yoktu. Balıkçı bunu gördü ama görmezden geldi. O onu seviyordu, bütününü, parlaklığını değil
ki. Karbeyaz eridi, karbeyaz matlaştı, karbeyaz karardı.
Balıkçı onu sevdi. Hep daha çok sevdi. Bilemedi, ne kadar sıkıldığını onun , göremedi. Gözüne hep
ilk günkü gibi geldi. Hep sevdi. Daha çok sevdi. Kendi de yaşlandı ama her geçen saniye daha çok
sevdi. Çok kıskandı. Sakladı onu kimselere göstermedi.
Bir gün balıkçı borcunu ödedi, göçüp gitti. Evini bir garibe verdiler. Bir garip eşyaları karıştırdı.
Sandığı açtı. İçi bezlerle dolu sandığın dibinde kutu buldu. Kutuyu açtı içinde bir istiridye. Onun da
içini açtı. Siyah bir bilye. Toparladı sandığı dışarı gereksizlerin yanına koydu...

10.6.09

Bir Sarı Kedinin Kaçışı


Sarı kedim evde çok yalnızdı. Hep pencerelerden dışarıya bakardı. Evde olduğum zamanlarda benimle oynardı. 15 tatilde ailecek bizim evdeydik. O zaman kalabalığı sevmişti. Yorulmadan oynardı. Bant atardım bana geri getirirdi ve tekrar ve tekrar... Dedemle dışarıyı seyrederlerdi. Sonra tatil bitti. Herkes gitti. Kedi yine sıkılmaya başladı. Bazen gezsin diye çatıya salardım. Eve hiç dönmezdi, mecburen çatıya çıkar alırdım. Yenileri gibi değildi elde tutmama kızmazdı. Diğerleri gibiydi kanepeyi cırmalardı, banyo giderinden su içmeyi çok severdi, hareketli şeylere bayılırdı ve aklıma gelmeyenler... En sonunda Mustafa'nın camından karşı çatıya atladı. Tek sevdiği güvercinler. İçgüdüydü bu sanırım. Ama diğer kedi geldi ona bir pati attı. Bir alt kata düştü. Sonra bir daha gelmedi. 2 kere gördüm benden kaçtı. Onu almaya gitmiştim ama benden kaçtı. Yalnızdı , özgürdü, güvercinleri sevmişti.

Çok dramatik oldu. Ailem kedinin kaçtığını öğrendi. Sarı kedinin dışında bir de yosun adında kaplumbağamız vardı. Onu da biliyorlardı. Bir gün dedeme gittim. Dedem sarı kediye bebe o derdi kedi hoplayıp zıpladıkça.

Kedinin kaçışı hakkında dedikleri.
-Mışık kaçmış (tatarca kedi).
-Evet kaçtı dede.
-Ama tosbağa duruyordur , o nasıl kaçsın , kaçamazki.

Tam olarak mışık dedi mi bilemiyorum , belki de uydurdum.

29.4.09

Ya Tutarsa

Sömesterda Eskişehir'de bizim evde...
Büyük aile toplandık.
Kardeşim bilmem kaç kupona gazeteden alınmış yüz temel eserden hiç de beğenmediğim Nasreddin Hoca fıkraları okumakta...
Bir tane de dedem anlattı.

"Hoca göle maya salmış. Hiç tutar mı? Tutmaz tabi."